KAYIP KUSAK 3 EYLÜL BOZGUNU (Sevdamız Masumdu)
  • Reklam
Ertuğrul Özgün

Ertuğrul Özgün

MEMLEKET İŞLERİ

KAYIP KUSAK 3 EYLÜL BOZGUNU (Sevdamız Masumdu)

19 Mayıs 2024 - 23:56

O kadarını da yapmaz diye düşündüğüm herkes, tam olarak o kadarını yaptı. (İcarus)
 
… Masumdu sevdamız… Karşılıksızdı...
İnandırmıştı o taze zihnimizi henüz kirlenmemiş yüreklerimiz.
Uçuk şeyler değildi inanıp savunduklarımız. İnsanın fıtratına uygun olanı benimsemiştik. “Benim,” diyecekti herkes önce, sonra “bizim.”
Çiftçiyi toprak sahibi yapacaktık, isçiyi fabrikaya ortak.
Meslekler kendi aralarında örgütlenecek, bir meslek diğerini tahakküm altına alamayacak, sınıflar arasındaki uçurumlar kalkacaktı. Kalkmasa bile en aza inecekti.
Kendi milletimizle başlayıp dünyaya nizam verecektik.

Etimize budumuza bakmadan, sömürü düzenine karşı savaş açmıştık.
Sahip olduklarını paylaşımdan yana olmayanlar, ellerindekileri kaybetme korkusuyla, büyümemize izin vermediler, büyümeden bastılar başımıza.
Dünyada sistemler belli: Marksist Sosyalist sistem, Liberal kapitalist sistem bir de ara yerde uygulanmış faşizm, nasyonal sosyalizm var. Bunlar da paylaşımdan yana… Marksist sosyalist değillerse olsa olsa “faşist” olur, “nasyonal sosyalist olurlar,” diyerek dünyayı kanda boğan sistemle özdeşleştirdiler inandığımız yüce değerleri.
“Böyle bir sistem nerede görülmüş ki,” diyerek önce inandıklarımızı itibarsızlaştırmak, sonra da boğmak istediler, fikrimizle birlikte bizi de.
Irkçılığın en acımasız örnekleriyle tanımladılar inandıklarımızı,  insanlığın nefret ettiği uygulamalara eş gösterdiler…
Kendimizi, kendi milletimize anlatma şansı bile vermediler bize. Ve sonra…

Sonra kan damladı masum yüreğimize… Kirlendik...
Temizlemek için sevgi serpmeliyiz kin yerine yüreklerimize, diyecek büyüklerimiz olmadı.
Kan aktıkça kirlendik, kirlendikçe kinlendik. Sevgiyle kaplanması gereken yüreklerimize zorlaya zorlaya kin yığdılar.
Oturup düşünmemize fırsat tanımadılar. “Bir, bir taraftan, bir, diğer taraftan” diyerek kırdılar genç fidanlarımızı.
Sürükledikleri karanlıkta inançlarımızdan uzaklaştırdılar bizi. Kim vuruyor bilemedik çoğu zaman. Bir yanlış, bir hata olmalıydı bir yerlerde. Bizim vurmakla işimiz ne? Sevgi temelli inancımız.
Sonra, vuran da vurulan da bu toprağın çocukları değil mi?

Biz kinlendikçe, karanlıkta gizlenenler daha çok kan akıttılar. Biz vuruyoruz sanarak bitirmeye kalkıştık birbirimizi, lakin bitiremedik. Biz bitiremedik ama bizi bitirme planları kuranlar çöktü üzerimize sonunda, ihtilal olgunlaştı diyerek.
Çöktüler bizimle birlikte devletimizin de üzerine. Çöktüler de sonra “Bu devletin sahibi var. Size mi kalmış devleti kurtarmak diyerek, aşağıladılar, küçük düşürdüler işkencelerle onurumuzu haysiyetimizi kırdılar, devlete beslediğimiz sevdamızı yok etmek için…
Yatılı okullarda ilk tanıdığımız devlet şefkatti, zindanlarda devletin soğuk ve gaddar yüzünü gördük sonra.

Aşklarımız da masumdu bizim...
Yüreğimize gömdük, sevdiğimize zarar gelmesin diye sevdalarımızı. Söyleyemedik, açıklayamadık. Uzaktan sevdik hep. Ama kocaman sevdik. Hem ne kocaman!..

Başkaları hakkımızda ne söyler girdabından kendimiz çıkamadığımız gibi çocuklarımızı da çıkaramadık. Birey olarak yetiştiremedik.
Freud’un süper egosu toplum baskısına dönüştü, bizi ezdiği gibi çocuklarımızı da ezdi. Özgür düşünemedi çocuklarımız böylece sanata uzak kaldılar.

Aydın hareketi olarak başlayan ancak sonraları kasaba kültürüne sıkıştırılan milliyetçiliği, şehirleştiremedik.
Sanattan uzaklaştığımız için kültürel gelişmeyi sağlayamadık. Bizden öncekilerin kültürüne bile ulaşamadık.
En kötüsü sermaye oluşturamadık, sermaye oluşmayınca kültür ve sanata ayrılacak ne paramız ne de zamanımız oldu.
İktidara tutunduğumuz zamanlar oldu. Ancak herkesin yaptığı gibi devletin imkânlarını bireysel çıkarlarımız için kullanamadık.

Birileri çıktı, biz varız, biz sizdeniz, sizin yokluğunuzda biz doldurduk sizlerden boşalan siperleri… Katılın bize… Yeniden başlayalım dediler.
Ruhumuzu okşadı bu sözler, toparlanıp biz de katıldık… Yeniden başladık…
Sonra… Sonra inandığımız ve uğruna savaş verdiğimiz değerlerle bağdaşmayan sözlerle, davranışlarla karşılaştık. Bu olmaz!.. Böyle olamaz, böyle olmamalı dedik… Yok, böyledir dediler… Sen bilmezsin, senin bilmediklerin var… Bilgeler var yukarımızda… Eğer bir şeyler oluyorsa, onların bir bildikleri vardır…
Oysa on beş yaşımızdan beri bu anlayışa hep itiraz etmiştik.
Sonra en yakınımızdakilere, çocuklarımıza söylemiştik. Sonra ulaşabildiğimiz herkese:
“Ülkücü, düşünen, muhakeme edendir. Ülkücünün yerine bir başkası düşünemez, ülkücü körü körüne biat etmez. Dibini görmediği kuyuya girmez. Evet, birlik olacaksınız… Birlikte hareket edeceksiniz. Ama soracaksınız, sorgulayacaksınız… Sonunda ortak akılda buluşacaksınız…”

Dinlemediler… Dinletemedik…
Düşündük sonra…
Girdabın içine düştüğümüzde bizim ağabeylerimiz yoktu, ama artık biz ağabeyiz…
Hatta babayız… Hatta dedeyiz… Ve artık aksakallar, aksaçlılarız…
Ağabeyler olarak şimdi bizim önümüzde iki yol var.
Ya Metin Tokdemir’in söylediği gibi: “Ülkücülük, bazen evinin bir köşesine çekilip lekesiz, onurlu bir şekilde yaşamaktır,” diyerek bir kenara çekilip ölümü bekleyeceğiz, ya da uğrunda gençliğimizi tükettiğimiz inandıklarımız için alanlara ineceğiz.
Alanlara diyoruz ya yanlış anlaşılmasın sakın. Kimin hangi alanda en küçük bir yeteneği varsa, bizden sonrakilerin, bizim yaşadıklarımızı yaşamaması için o yeteneklerimizi kullanacağız.
Yani ağabeylik, babalık, ömrümüz yettikçe de dedelik edeceğiz…
Ben ikinci yolu tercih ediyorum…
EYLÜL BOZGUNU, Mart 2024
 
Ayrı dünyaların insanları kaderin ağları ile birbirine bir sarmaşık misali bağlanırken, aradan geçen zaman bu aşkın sadece tozunu almıştır.
İDEALLERİ UĞRUNA HER TÜRLÜ BEDELİ ÖDEMİŞ BİR KUŞAĞIN, İDEOLOJİLERİN KAOSUNDA SAVRULAN MASUM SEVDALARININ, GÜNÜMÜZDE DÜŞTÜKLERİ FİKİR AYRILIKLARININHİKÂYESİ…
 

YORUMLAR