"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
(Cemil Meriç, (1916-1987)
Yazı dizimiz devam ederken zaman zaman Türk milliyetçiliği ve Türkçülük fikrinin tarihi seyri üzerinde duracağımızı belirtelim ve burada küçük bir açıklama yaparak yeniden ana konumuza dönelim:
“Tüm Türk milletinin kültürel ve politik birliğini ve yükselmesini amaçlayan Türk Milliyetçiliği ve Türkçülük düşüncesi, 1880'lerde Osmanlı İmparatorluğu'nda ve o zamanlar Rus İmparatorluğu'nun bir parçası olan Azerbaycan'da yaşayan Türk aydınlarının başlattığı bir harekettir.
Fransız İhtilalinden sonra bütün dünyayı saran milliyetçilik akımı, İmparatorluğu bir arada tutma düşüncesinden dolayı en son Türkler tarafından dile getirilmeye başlanmıştır. Osmanlı devletinde, fikri ve ilmî manada; Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Şemseddin Sami ve Süleyman Paşa‘nın tarih ve dil üzerindeki çalışmaları ile başlayan Türkçülük bilinci, 1904 tarihinde yayımlanan Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eseri ile siyasî bir mahiyet kazanmıştır.
Ancak, ilk zamanlar ortaya konulan milliyetçilik düşüncelerinde temel hareket noktaları açısından, Osmanlı Devleti’ndeki aydınlar ve Rusya’daki Türk aydınları arasında anlayış farklılıkları vardır.
Rusya topraklarında yaşayan Türkçü aydınlar, Türklüğü ön plana çıkararak, yeni bir kimlik oluşturma ve geliştirme yönünde çaba gösterirlerken;
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türkçü aydınlar ise Türkçülüğü İmparatorluğun kurtuluşunu sağlamak için yeni bir siyaset üretme arayışı olarak ele alıyorlardı(Karakaş, 2019).
Daha sonra, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Fuat Köprülü gibi düşünürlerin katkıları ile Türklerin, Osmanlılıktan sıyrılarak ulusal bir bilinç ve kimlik edinmelerinin temelleri oluşturulmuştur.
Türk Milliyetçiliği fikri, Ziya Gökalp’in katkıları ile ilmî ve sosyolojik temelleri üzerine oturtulmuştur. Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin sistematiğini ortaya koyarak, daha sonra bu alanda ortaya çıkacak gelişmelerin de esaslarını belirlemiştir.
Mümtaz Turhan ve Erol Güngör ile ise Türk Milliyetçiliği Fikir sisteminin sosyal ve toplumsal altyapısı şekillenmiştir.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kuruluş felsefesini de oluşturmuş olan Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, Daha sonraları emperyalist baskılarla devlet yönetim sisteminden uzaklaştırılınca, Alparslan Türkeş ile bir siyasi partinin fikri dayanağı olarak kabul edilip siyasal hayatımıza sokulmuştur.
Böylece Türk Milliyetçiliği ve Türkçülük düşüncesi, imparatorlukların bir bir yıkılmaya, milliyetçilik hareketlerinin dünyaya yayılmaya başladığı 19. Yüzyılın sonlarında, dönemin oluşturduğu şartlarla birlikte ortaya çıkmış, daha sonraki her dönemin şartlarına göre kendi içinde yaşadığı değişikler ve gelişmelerle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Ancak Atatürk’ün dönemini saymazsak devlet yönetiminde yalnız başına iktidar olamamıştır.”
Şimdi dönelim ana konumuza…
Yeni kurulacak olan 57. hükümette ikinci büyük parti olarak yer alacak olan MHP, Türk Milliyetçiliği Fikri üzerine bina etmiş olduğu sosyal, ekonomik ve kültürel programlarını hayata geçirip vatandaşın desteğini alarak, tek başına iktidar olmanın yolunu açacaktır.
O günlerde Türk siyasal hayatında hakim düşünce, ideolojik köken ve programları bakımından birbirlerine zıt olan DSP ve MHP'nin bir araya gelemeyeceği, gelseler bile uzun ömürlü bir koalisyonun sürdürülemeyeceği şeklindedir.
Üstelik şimdi bu düşünceyi güçlendiren, DSP ve MHP arasındaki koalisyon görüşmeleri devam ederken, DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit’in, basına sızan, “ülkücülerin sayısız canlar aldıkları, mafyalarla, çetelerle kaynaştıkları…” şeklindeki sözleri de eklenince, görüşmeler tıkanma noktasına gelmiştir.
Özür şartı gerçekleşmeyince Devlet Bahçeli, “partiler arasındaki güven, hoşgörü ve işbirliği ortamının tamamen ortadan kalktığını, görüşmeye gerek kalmadığını,” belirterek Bülent Ecevit’e randevu vermemiştir.
Bu arada farklı hükümet senaryoları dillendirilmeye başlanınca, gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı Demirel, Bahçeli ve Yılmaz’la bir görüşme gerçekleştirmiş, “MHP’siz bir hükümeti doğru bulmadığını, toplumda eskisi gibi sağ-sol kutuplaşmasının istenmediğini, ülkede önemli sorunların bulunduğunu ve bunun ancak güçlü bir hükümet modeliyle aşılabileceğini,” ifade etmiştir.
Bu sırada Bülent Ecevit’in 18 Mayıs tarihinde, “kaygılarının daha çok geçmişte yaşananlardan kaynaklandığını, bunun bir daha yaşanmasını istemediklerini, DSP-MHP ve ANAP arasında bir koalisyon hükümeti kurulmasını temenni ettiklerini,” açıklamasından hemen sonra, eşi Rahşan Ecevit’in de “sözlerinin abartıldığını, kendisinin de DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetini istediğini,” söylemesiyle, Bahçeli, partisinin başkanlık divanını toplamış ve ezici çoğunlukla DSP ile kurulacak bir koalisyon hükümeti modeline evet kararı çıkmıştır.
Devam edecek…
YORUMLAR