SEVGİNİZİ HİSSETTİRİN…


Üzerinde tartışma gerektirmeyecek gerçek, dünyada kutlanan günlerin liberal ekonomik düzenin piyasaları canlı tutmak için uyguladığıticari bir plan olduğudur. Bu günler ve haftalardan bazıları çok trajik ve acıklıhikâyeler üzerine kurulmuşsa da, ana amaçticareti canlı tutmaktır.
Bir gerçek de;kutlanılması alışkanlık haline gelmiş bu günlerin bazıları, insanlarımız tarafından benimsenmiş, sevdikleri tarafından kutlanması beklenilirhale gelmiş olmasıdır. Kadınlar Günü, Anneler Günü, Sevgililer Günü…gibi.
Kutlanan ve kutlanılma beklentisinin bu kadar yaygın olduğu kadar, bu tür günlerin kutlanılmasından kaçınan –özellikle de Sevgililer Günü- ve kadınların “odun” diye hitap ettiği benim gibi inatçı erkeklerin varlığı da başka bir gerçek.
Şimdi diyeceksiniz ki: “Bir insanın, birini sevmesi, bu tür günlerin kutlanmasıyla mı ölçülür.” Benim de, benim gibi düşünenlerin de genel savunmaları bu doğrultuda çünkü.
Ben kendimi biliyorum. Yeteneklerimi de duygularımı da biliyorum. Mütevazi olmayacağım bu konuda “özeleştiri” yapabilen ender insanlardan da biriyim. Bazı şeyleri çok istememe rağmen yapamadım.
Mesela, bir müzik aleti çalmak istedim.
Altı ay cebimde anahtarını taşıdığım okulun müzik odasına her girdiğimde,kâh bağlamayı aldım elime, kâhkemanı, sonra gitarı… Piyanonun başına oturduğum bile oldu… Öyle çalmalıydım ki parmaklarım harikalar yaratmalı, dinleyenler nefeslerini tutmalıydı. Ama olmadı. Ola ola okulun bando takımının davulcusu oldum.
Halk oyunları oynamak istedim.
Ekip başına geçmek, en ince figürleri bile hatasız yönetmeli, bireysel oyunlarda da izleyenlerhareketlerimin seriliğini takip ederken gözlerini ayıramamalıydı… Kaç kere teşebbüs ettiysem istikrarlı bir şekilde çalışmaları sürdüremedim. Öğrendiğim üçayağın ilerisine geçemedi.
Dans etmek istedim.
Çalan müziğin her nağmesine eşimle birlikte beden hareketlerimizi uydurmamızdaki ahengi görenleri, dans pistini boşaltıp kenara çekilmeli, seyircilerle birlikte bizi izlemeliydi…Evleninceye kadar bir kızın elini avucuma alıp, belinden sarmak nasip olmadı.
Şarkı söylemek istedim.
Hatta söyledim de… İlkokul yıllarımdan beri… Bir ara Halk Eğitim Merkezi’nin Türk Sanat Müziği Korosu’nda solist bile oldum. Yine de kutlama programlarında, arkadaş toplantılarında şarkı söylemekten ileri gidemedim.
Yazmak istedim.
Yazmak en çok istediğimdi belki. Hep yazdım çünkü… Yazdıklarım bazen birilerinin canını bile yaktı hatta. Öylekigörevden uzaklaştırılmalarıma bile gerekçe oldu. Oldu olmasına da ilk romanımı ancak altmış üç yaşımda yazabildim.
Hep uç şeyler yapmayı istedim bütün ömrümce… Evet, hayatımın her döneminde sıradan biri olmak istemedim… Ama bu arzularımla da yaşadıklarım çoğu zaman bütünleşmedi. Başardıklarım da oldu başaramadıklarım da…
Kas ve beyin koordinasyonumun uyuşmadığından mıdır, yeteri kadar emek harcamadığımdan mıdır bilemedim ama…Bir müzik aleti çalamadım... Hiçbir halk oyununu oynayamadım... Asla dans etmeyi öğrenemedim… Bilinen bir solist de olamadım.
Ama bir şey var ki… Bir şey… Bir tek şeyi eksizsiz olarak başardım, hissettim, duydum yaşadığım her dönemde.
Sevmeyi… Deli gibi sevmeyi… Bütün yüreğimle sevmeyi…
İyi de bazen sevmenin, bütün yüreğinle sevmenin yetmediği anlar oluyor…
Bir de sevildiğini hissetmek istiyor insan…
İşte bu günlerdeki kutlamalar sevildiğini de hissettiriyor…
Benalışkanlıklarını kolay terk edenlerden değilim. Ama siz siz olun, hepsini değil belki ama bazılarını kutlayın bu günlerin.
Anneler Günü… Babalar Günü… Sevgililer Günü gibi…
Bu günler vasıtasıyla sevdiğiniz kişilere, sevildiklerini de hissettirin.