HİMAYE ETMEK ve İMAN


HİMAYE ETMEK VE İMAN...

( EBU TALİB'İN HİKAYESİ )

  Kafirlerin sık sık öne sürdüğü şeylerden biri de eğer Allah c.c gerçekten vahiy gönderdiyse bir melek göndermeliydi fikri idi. Oysa bu söylemlere karşı, yüce kitabımız Kuran-i Kerimin cevabı şöyleydi? 

    '' Ey Muhammed! Mekke'lilere) şöyle de; Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette onlara gökten peygamber olarak bir melek indirirdik.'' (İsra suresi 95. Ayeti)

   

   Cebrail (a.s) zaman, zaman yeryüzüne inmesi onu Kuran-i bir anlamda elçi yani (Resul) yapmıyormuydu? Elçi olabilmek için mesaj getirilen insanlar arasında yeryüzüne yerleşmek gerekliydi. Mekke müşriklerinin istediği nurni varlıklar olan Meleklerden bir peygamber gönderilmesiydi. Onlar da biliyorlardı ki peygamberler insandı önceki müjdeleyicileri de Kabe'nin inşasını da biliyorlardı. Fakat inanmak ve iman etmek başka şeydi?

  '' Bununla beraber, bize kavuşmayı ummayanlar, Bize ya melekler indirilmeliydi, ya da Rabbimizi görmeliydik dediler. Andolsun ki, doğrusu nefislerinde kendilerini büyük gördüler ve büyük azgınlık ettiler.''  ''Melekleri görecekleri gün, işte o gün, günahkarlara hiçbir sevinç haberi yoktur. Ve yasak yasak, diyeceklerdir.'' (Furkan suresi 21 - 22 Ayetleri)

   

    İşte Mekke aristokratlarının büyüklük kompleksi ve yetim diye küçük gördükleri önemsemedikleri, koyun güden bir çoban şimdi nasıl olur da vahiy gönderilen bir peygamber olabilirdi. Üstelik davet ettiği dinin kendi hayat tarzlarına hiç uymadığı da tamamen ortadaydı. Ne yani bir garip yetim bir çocuğa teslim mi olacaklardı?  Oysa, Mekke müşrikleri de biliyordu ki o '' Emin '' lakabıyla tanınan çok doğru ve dürüst bir insandı daha gençlik çağında bu isimle (Muhammedü'l - Emin) künyelenen birisi müjdelenmiş peygamberin de kendisiydi.

  

  Artık bundan sonra ok yaydan çıkacak her türlü engellemeler ve işkenceler, aralıksız başlayacaktır. Vahiy gönderilen yüce İslam dininin elçisinin Hz Muhammed (s.a.v)'in etrafında kümelenen bir avuç Müslüman'a çeşitli zulüm ve işkenceler yapılarak sayılarının artması engellenecek ve böylece taraftar bulmasının önünün de kesilmiş olacağı düşünülüyordu. Onu himaye eden amca Ebu Talip'e çirkin bir teklif görürerek; yetim büyüttüğü yeğenini isteyeceklerdir. Gözü dönmüş Mekke müşriklerinin rotası şaşmıştı bir kere? 

  
   Mekke müşriklerden Ebu Talip'e yapılan Teklif...

   
   Gözleri önünde bir çok kimsenin İlahi hidayete koştuğunu gören müşrikler, buna tahammül edemiyorlardı? Çünkü gittikçe irtifa kaybediyorlardı ve Müslümanların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Tabi ki baş­ka bir tedbir düşündüler. Yine Ebu Talib’e başvurarak şu teklifte bulundular? '' Ey Ebu Talib! Sana Ku­reyş gençlerinin en güçlü, en kuv­vetli, en yakışıklısı ve akıllısı olan Umare bin Velid’i verelim; kendine evlat edin. Aklından, yardı­mından istifade edersin. Buna karşılık sen de bize, kardeşinin oğlunu teslim et,onu öldürelim! İşte, sana adam karşılığında adam! Daha ne istersin? 

   Ebu Talib, bu mantıksız teklif, karşısında şaşkındı ve hemen kendini toparladı ve onlara söyle seslendi? '' Önce siz bana kendi oğullarınızı verirsiniz, onları ben öldürürüm; ancak sonra onu size verebilirim!” diye cevap verdi. Bu teklifi müşrikler tepkiyle karşıladılar. '' Bizim çocuklarımız '' dediler. “Onun yaptıklarını yapmıyorlar ki! Yani peygamberlik iddasında bulunmuyorlardı, cahiliye aklı işte böyle bir gerçeği ayırt edemeyecek kadar kördür? Hak ile batılın arasında ki yegane farkı göremiyorlardı. Ebu  Talib, bu sözlerini de cevapsız bırakmadı ve sert bir dille, '' Vallahi o, si­zin çocuklarınızdan çok çok daha ha­yırlıdır. Siz bana çok çirkin bir teklifte bu­lunuyorsunuz! Nasıl olur? Siz, oğlunuzu bana yetiştirmek üzere vereceksi­niz, benimkini ise öldürmek için alacaksınız! Buna asla müsaade edemem! diye konuştu.

   Müşriklerin kin ve nefretleri artık son haddine varmıştı. Bu nefret ve kinleri bundan böyle sadece Re­su­lul­lah ve Müslümanlara değil, Ebu Talib’e de yönel­miş oluyordu! Artık amca Ebu Talib bütün okların Mekke müşriklerinin hedefindeydi şimdi? Kaderin garip tecellisine bakınız ki müşriklerin Ebu Talib’e karşı menfi tavır takınmaları, Meke'nin en büyük ailesi Haşimoğullarının, sevgili evladı olan Resul-i Ekrem’i himayelerine almalarına vesile oldu. Himayeden sadece biri kaçındı: Ebu Leheb! o zaten sevgili efendimiz Hz Muhammed (s.a.v) büsbütün karşıydı ve durumu da her fırsatta da dile getiriyordu. Yeğenine çok zalim davranan Ebu Leheb Mekke müşrikleriyle ortak hareket etme kararı almıştır.

   Bu arada, Ebu Talib, Haşimoğullarını topladı ve Fahr-i Kainat efendimizin korun­ması hususunda dikkatli olmalarını tenbihledi. Böylece Ebu Talib’in bu tarz vaziyet alışı, Ku­reyş müşriklerini şu kesin karara sev­ketti: '' Allah Resulünün '' hayatına son vermek! Bu Haşimoğulları için bardağı taşıran son damla oldu? Mekke müşrikleri kötü arzularını gerçekleştirmek için Mescid-i Haram’a toplandılar. Bu­nu duyan Ebu Talib, Haşimoğullarının gençlerini bir araya topladı ve derhal on­larla Kabe’ye giderek müşrik topluluğuna gözdağı verdi. '' Vallahi '' dedi. Yeğenim Muhammed’i öldürecek olur­sanız, biliniz ki sizden hiç kimse sağ kalmaz! Biz de, siz de bu yolda helak oluncaya kadar peşinizi bırakmayız.

  Ebu Talib’in bu tehdid karşısında müşrikler, tek kelime konuşamadan da­ğıl­dılar. O Mekkenin ulusu ve reisi idi fakat şimdi çok yaşlanmış ve karşılarındaydı. Ebu Talib, konuşmasının sonunda Kainatın Efendisi hak­kında şöyle di­yordu: '' Mübarek yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur niyaz edilen böyle bir şerefli zat hiç bırakılır mı? O, öyle bir kerem sahibidir ki yetimler onun eline bakar, dullar ve yoksullar ona güvenir. Haşimoğulları ailesinin yoksulları ona sığınır­lar.''  Haşimoğulları, onun sayesinde nimetlere eriş­mişlerdir. '' Ey Ku­reyş topluluğu! Beytullah’a yemin ederim ki siz onu yalanlamakla aldanıyor ve boş hayallere kapılıyorsunuz. Muhammed hakkındaki suikastiniz ise, biz onun çevresinde pervaneler gibi dönüp uğrunda çarpışmadıkça ger­çekleşir mi sanıyorsunuz? Hepimiz onun çevresinde serilip yok olmadıkça, ço­luk çocuklarımızı bize unutturacak fedakârlıklarla onu müdafaa etmedikçe si­ze bırakmayız!”

   İşte Haşimoğullarının bilgesi Mekke'nin reisi her zaman yaptığı gibi yaparak yeğenini yüce Allah c.c elçisi olan sevgili efendimiz Hz Muhammed (s.a.v)  Mekke müşriklerine karşı can siperhane korumuştur. Fakat iman konusunda ise yeğeninin davetine icabet etmeyerek, Ehl-i sünnet alimlerinin hep birlikte ittifa ettikleri Müslüman olmadığını yani iman etmediğini söylemektedirler. Aslında Habib-i Ekrem  efendimizi çocukluğundan beri büyüten onu himaye eden amca Ebu Talib nasıl olur da bu rahmetten faydalanmaz ve iman etmemiş olabilirdi?  Ebu Talib ölüm döşeğindeyken yeğeni İslam peygamberi sevgili efendimiz Hz Muhammed (s.a.v)'in imana davetine; amca o kelimeleri söyle ki yani şehadet getirmesini istedi, mahşer günü sana şefaat edebileyim?  Ebu Talib ey kardeşimin oğlu: eğer Kureyşliler bu kelimeleri ölüm korkusuyla söylediğimi zannedeceklerimi bilmeseydim onları söylerdim yani iman ederdim oldu? 

   

    Mekke'nin ulusu ve reisi Ebu Talib asabiyet ve kavmiyet gibi hissiyatın aristokrat bir kimliğin sahibi ölüm döşeğindeyken bile bu gururu yaşamak istiyordu yani Mekke'liler ne der diye? Ve gerçek hakikat ölüm, Ebu Talib gibi bir himayecinin kapısını gelip çalar; Resullullah (s.a.v) çok müteessir oldular. Artık koruyucusu kalmamıştı Mekke'de ki tek dayanağı kendisini büyüten amcasını kaybetmişti?  Bu arada bazı İslam büyükleri Ebu Talib Müslüman öldü diye ifadeler kullanmışlardır? Hz Abbas (r.a) dudakları kıpırdayan Ebu Talib için kardeşimin oğlu temin ederim ki istediğin şehadeti getirdi. Yüce Allah c.c Resulü ben işitmedim! O zaman Hz Abbas (r.a) henüz Müslüman olmamıştı, Allah c.c Resulü ben işitmedim diye buyurmazlardı ve Hz Abbas'ın şehadetini kabul ederlerdi? Zira Hz Abbas (r.a) bizzat Müslüman olmuş değildi olsaydı Fahr-i Kainat efendimiz mutlaka onun sözlerine itibar ederlerdi. Ve Hz Muhammed (s.a.v) amca Allah tarafından yasak gelmedikçe daima sana mağfiret dileyeceğim! Fakat ayet nüzul oldu ve yasak geldi.

   '' Ne peygambere, ne iman edenlere, akraba bile olsalar, cehennemlik oldukları iyice belli olduktan sonra müşrikler için af dilemek olmaz.'' (Tevbe suresi 113. Ayeti) Ne ürkütücü bir durum değil mi? Ve yine yüce Allah c.c yüce kitabımız Kuran-i Kerimde şöyle buyuruyor. '' (Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.' ( Kassas suresi 56.Ayeti)  İşte bütün insanlığı saran hakikat ve hikmet ölçüsü. Ebu Talib gibi ulu bir kişi bağına girdikten asmanın üstüne titredikten suyunu verdikten, meyvesini yetiştirdikten sonra dudağının üstüne koydukları üzümü yiyemeyen insanın nasibi sadece ağlatıcıdır. ve daha sonra Müslüman olan Hz Abbas (r.a) bir gün Allah c.c Resulüne sorar? Ey Resul, sana bu kadar yardım eden, şefkat gösteren insanın (Ebu Talib kast edilmektedir) bu hareketlerinden kazanacağı hiç bir şey yok mu? Var buyuracaklar sevgili efendimiz Hz Muhammed (s.a.v) '' Ben onu ta cehennemin ta dibinde buldum ve serin yerine çıkardım.'' İslam peygamberine verilen yetki de ancak bu kadar olur.

    Allah c.c Resulü buyurdular; '' Mutlak mizanda kötülükle beraber hiç bir iyilik yoktur ki teraziye girmeyecek olsun.''

Ali KARACA
27.07.2019
İstanbul.