Gün gelir kendi çocuğunuzu teslim edebilecek öğretmen bulamayabilirsiniz…

Yazarımız Ertuğrul Özgün'ün yeni köşe yazısı bu yazısında Öğretmenlik mesleği ile ilgili düşğncelerini kaleme aldı...

Gün gelir kendi çocuğunuzu teslim edebilecek öğretmen bulamayabilirsiniz…

Yazarımız Ertuğrul Özgün'ün yeni köşe yazısı bu yazısında Öğretmenlik mesleği ile ilgili düşğncelerini kaleme aldı...

Gün gelir kendi çocuğunuzu teslim edebilecek öğretmen bulamayabilirsiniz…
Editor: admin
29 Temmuz 2018 - 11:50

Günümüz dünyasında kişilere atfedilen değer, insanlara duyulan saygı, aslında çalıştıkları kuruma verilen değer ve saygı ile doğru orantılıdır. Bu itibarla her bir öğretmen arkadaşımın, Milli Eğitim Bakanlığının değerli bir mensubu ve Bakanlığımızın saygın bir bireyi olmakla gurur duymasını istiyorum. Yine Bakanlığımızın yaptığı her güzel işi ve gerçekleştirdiği her anlamlıfaaliyeti;öğretmenlerimizin "Bunu, benim Bakanlığım yaptı." diye sahiplenmesini ve benimsemesini istiyorum.”

Milli Eğitim Bakanımızın bu isteğine en içten duygularımızla katılıyor, samimi olduğuna inandığımız düşüncelerinigönülden destekliyoruz.

Ancak bu sahiplenmenin olabilmesi için öncelikle; üzülmüş, kırılmış, dışlanmış, -çok acıdır ama-kinlenmiş gönüllerinonarılması gerekmektedir.Bunun yolu da bugüne kadar malum sendika, birkaç vakıf ve derneğin yönetimine teslim edilmiş Bakanlığın, öz evlat üvey evlat ayrımı uygulamalarına son verilmesi, Bakanlığın, tüm milleti kucakladığına herkesin inandırılması gerekmektedir.

İlk icraatı,ALO 147 ve öğretmen performans değerlendirmesi gibi, öğretmeni velinin maskarası haline getiren uygulamaları kaldırmak olan Sayın Bakanımız, eğitim sorunlarına neşter vuracağı umudumuzu yeşertmiştir. İlk uygulamalarından aldığımız cesaretle, kırk yılını eğitimin mutfağında; uygulayarak, okuyarak, yazarak geçirmiş biri olarak, uygulamalardan kaynaklanan eğitimimizin iki ana sorununu paylaşmak isteriz.

Birincisi:Önceki yazımızda açıklamaya çalıştığımız nedenlerden dolayı yönetici atamalarının sendika ve derneklerin etkisinden kurtarılarak liyakat sistemine bağlanması ve yönetici atanırkenadil olunması.

İkincisi: Öğretmenlerimiz…

Önce mevcutöğretmenlerin eğitim alanındaki yeni gelişmeler doğrultusunda hizmet içi eğitimi çalışmalarının verimli ve faydalı olmadığını belirtmek isteriz. Öğretmenler arasında yapılacak bir anketle uygulamalar sırasında nelere ihtiyaç duyulduğunun tespit edilerek, hizmet içi eğitimleri ihtiyaçlara göre birdüzene sokulmalıdır. Sonra da Öğretmen yetiştirme sistemimizyeniden ele alınmalıdır…

Eğitim sistemimizin yasal dayanağı olan 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nda da; “öğretmenlik," devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği" olarak tanımlanır ve "öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler" hükmüne bağlanmıştır.

Toplumsal mutabakatla çıkarılmayan ve kısa aralıklarla değiştirilen eğitime yönelik çoğu yasalar, ülkemizde zaman zaman sorunlar çıkmasına neden olmakta, yine yasalar ülkemizde her kesimden insana aynı hakkaniyet ve eşitlik çizgisinde uygulanamadığı için de zamanla hükmünü ve geçerliliğini yitirmektedir. Bu yüzden eğitim politikalarını oluştururken farklı düşüncelerden yararlanılmalıdır.

Eğitim bilimlerinde her geçen gün yeni bulgular ortaya çıkarken, endüstri, bilim ve teknik gelişirken, eskimiş yöntemler ve bilgilerle iyi öğretmen yetiştirilmesini düşünmek mümkün değildir. Bazı siyasi hesaplar yüzünden, öğretmenlik mesleğinin değersiz gösterilerek, gözden düşürülmesi, insanımıza ve ülkemize yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Bu konudaki bütün kabahat bugünkü yönetimde değildir şüphesiz.

Çünkü bizler;

Tam teşekküllü devlet hastanelerinden heyet raporu alınmadan girilemeyen, öğretmen yetiştiren kurumları kapatmakla,

Üç aylık bir eğitimle belli ideoloji sahiplerini öğretmen olarak atamakla,

Öğretmen yetiştiren kurumlardan uygulama programlarını kaldırmakla,

Öğretmen seçiminde özel yetenekler aramaktan vazgeçmekle,

Bu kötülüğü ülkemiz insanına zaten birkaç kez yapmış bulunmaktayız.

Bakınız, “Gençlik Psikolojisi” adlı kitabında, Dr. Artur T. Jersild,  dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli milletler ve çeşitli kültürler üzerinde yapılmış araştırmalardan çıkarılan ortak sonuca göre; “iyi bir öğretmende bulunması gereken özellikleri” nasıl sıralamış.

Kibar, merhametli, sempati gösteren ve öğrenciyi seven,

Tarafsız, hak gözeten, haksızlık yapmayan, adil,

Bilgili, bildiğini satan, konuları açıklayabilen,

Öğrencilerin fikirlerini açıklamalarına müsaade eden, sabırlı demokrat,

Öğrencilerin faaliyetlerine katılabilen, katılımcı,

Fizik görünüşü iyi, iyi giyinen, ses tonu güzel olan ve güzel konuşabilen, düzenli.

Bu özellikleri sıraladıktan sonra öğretmen yetiştirme ve öğretmen seçimi politikamızı bir kere daha gözden geçirince, öğretmenlerin seçilmesi ve yetiştirilmesi konusunda ciddi hatalar yapıldığını görüyoruz.

Bugün ülkemizdeki öğretmenleri yukarıdaki ölçülere göre, siyasi hesaplardan uzak bir şekilde yeniden değerlendiremeyeceğimize göre bari bundan sonrasını kurtaralım.

Ülkemizde öğretmenlik mesleğini seçenler, genellikle dar ve orta gelir düzeyindeki ailelerden gelmektedir.

Öğretmen olarak atananlar,uygulamaya yönelik dersler yeterli olmadığından öğretmenliği göreve başladıktan sonra okullarda öğrenmektedir.

Öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarımız yeniden yukarıda sıralanan standartlara göre seçilen öğrencilerle lise düzeyinden başlatılmalı, liseden sonra Fakülte düzeyinde sürdürülmeli ve uygulamaya yönelik dersler çoğaltılmalıdır.

Sürekli kendini yenilemek, eğitim bilimlerindeki gelişmeleri izlemek, bilim ve tekniğin değişikliklerinden ve sağladığı imkânlardan yararlanmak zorunda olan öğretmen, günlük bir gazete almanın, haftalık ya da aylık bir dergiye abone olmanın bütçesine getireceği yükün hesapları altında ezilmektedir.

Yönetim kademelerine yapılan atamalar, siyasal örgütlerin isteği doğrultusunda gerçekleştiği için öğretmenin sağlayacağı başarıların atama, yükselme ve nakillerde ölçü olmadığı düşüncesi çalışma şevkini kırmaktadır.

Oysa aklın yolu birdir.

Eğitimi planlamak maksadıyla şuralardüzenlenmektedir.

Farklı fikirleri duymaktan korkmamalı. Her kesimin itibar edeceği herkesin kabul edebileceği eğitimci, sosyolog, psikolog, pedagog, eğitimde sözü dinlenen araştırmacı, bilim adamı, sahada pratik uygulamaların içinden gelen uzmanlardan oluşan, bütün fikirleri temsil eden bir şura toplanmalı. Hatta bu şuraya siyasiler bile davet edilmelidir.

Bir hafta değil, bir ay değil, belki bir yıl çalışmalarına tahammül edilmeli ve ortak bir metot oluşturmalarına zemin hazırlanmalıdır.

Bugün ülkenin yönetim kademelerinde bulunanlara bir başka önerimiz de şudur.

“Makam ve mevki peşinde koşanların ‘her şey yolunda’ diyerek etrafınızda oluşturdukları, gerçeği görmenizi engelleyen çemberden çıkın. İnatlaşmaktan, kibirden arının. Farklı düşünen, konusunda uzman kişilerle görüşün. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün(OECD) 2014 yılında yayınladığı raporunda 34 ülke arasında Türkiye’nin eğitimde son sırada olduğu gerçeğini görün.”

On yıldır sürdürülen pratik uygulamalar gösterdi ki bu ülkede öğretmen yetiştirme programı ile okullarda uygulanan eğitim programı birbirini desteklemiyor.

Öyleyse işe, önce öğretmenlik mesleği ile başlanılmalıdır.

Son günlerde sosyal medya içinde dolaşan bildirimlerde rastladığımız, öğretmen alımları sırasında yapılan mülakatta sorulduğu iddia edilen, ipe sapa gelmez sorularla öğretmen belirlemeye kalkanlara söyleyecek sözümüz şudur:

Gün gelir kendi çocuğunuzu teslim edebilecek öğretmen bulamayabilirsiniz…

YORUMLAR